Hakkını Aramak
Amerika’da insanların haklarını arama eğilimde olduğu rahatlıkla görünüyor. İşin güzel yanı “sonuç” alabilmeleri.
“Şiddet içermeyen” protesto, gösteri, itiraz veya adalet talepleri genellikle cevap buluyor. Pozitif sonuçlar alınabiliyor. İnsanlar, inandıkları konularda gösteri organize etmeye veya katılmaya çekinmiyorlar. Bu bir profesör olabileceği gibi, işsiz biri de olabiliyor.
Düşünüldüğünde çok da şaşırılmaması gereken bu durum, Türkiye’de pek işe yaramıyor.
Bireyler haklı olduklarını düşündükleri, en küçük bir durumda dahil, itiraz haklarını kullanmıyorlar. Karşı durmuyorlar. Durumu kabullenme eğiliminde oluyorlar. Bunun arkasındaki neden, çok büyük ihtimalle, “bir sonuç çıkmayacağı” yönündeki yerleşmiş kanı diye düşünüyorum. Bu kanı yanlış mı? Yanlış denemez fakat acilen kırılması gerekiyor. Adı üstünde “HAK”tır.
Kolluk Kuvvetlerinin Yaklaşımı
Peki Amerika’daki bu gösteri veya protestolar aşırıya kaçmıyor mu?
Evet bazen kaçabiliyor. Güvenlik güçleri zaman zaman müdahale ediyor. Gözaltına alınanlar oluyor. Buraya kadarki durum sanırım Dünya’nın her yerinde benzer şekilde gelişiyordur fakat bu noktadan sonra ayrışma yaşanıyor.
İstisnaların her zaman bulunabileceğini ekleyerek, Amerika’da, benim gördüğüm kadarıyla, polisin müdahalesi genellikle orantılı. Ayrıca göstericilerin, çok da fazla direnç göstermediklerine şahit oluyorum. Rahat görünüyorlar. Sanki gösteri dozunu arttırdıklarında başlarına gelecekleri biliyorlar. Buna razı hareket ediyorlar. Kolluk güçleri de göstericilere “düşmanlarıymış gibi” davranmıyor. Göz altına alıyorlar. Amaç, uç davranışları sonlandırmak. Taş üstünde taş bırakmamak değil.
Ya Türkiye’de nasıl? Kolluk güçleri, hak arayışında olan vatandaşlara nasıl davranıyor? Gözaltına alınanların başlarına neler geleceği, bir çok örnek ile hatırlanacağı gibi, belli değil. Bir vatandaşın gözaltında iken hayatını kaybetmesi küçümsenemez. Belki de, insanların hak arayış çabalarına girmemelerinin bir nedeni de bu. “Hak arayışın dozu arttırıldığında başlarına ne geleceklerinin belli olmaması.”
Eşler, dostlar, analar, babalar, kardeşler, arkadaşlar birbirlerine hep bu yönde telkinde bulunuyorlar. “Aman dikkat, boş ver, ne işin var orada, yapacaksın da ne olacak…”
Bu, bireysel ve anlaşılabilir davranışlar kısır döngü oluşturuyor. Kendiliğinden kırılmayacağı da aşikar.
Bankacılık İşlemleri
Türkiye’de, hem banka hem de hesap numarası bilgisini içeren tek bir hesap numarası sistemi, IBAN sistemi kullanılmaktadır. (IBAN, aslında tüm Avrupa’da kullanılmaktadır.)
Amerika’da ise, bankacılık işlemlerinde SWIFT kodu ve Routing numarası kullanılır. SWIFT kodu, banka bilgisini içerir. Routing numarası ise hesap numarası bilgisini içerir.
Bir başka deyişle, kullanılan farklı bankacılık sistemleri dolayısıyla, iki ülke arasında doğrudan para transferi yapılamamaktadır. Bu iki sistem birbiriyle doğrudan iletişim kurumadığı için, aracı bankalar (kurumlar) vasıtasıyla para transferi gerçekleşmektedir. Masraflar da değişmektedir. Bu işlemlerin detayı, ayrı bir yazı konusudur.
Bir diğer göze çarpan fark ise, online bankacılık sistemlerinin kullanıcı arayüzleridir. Internet bankacılığı, kullanım kolaylığı ve tasarım başarısı açısından değerlendirildiğinde, Türkiye’deki bankalar açık ara önde görünmektedirler.
Ödeme Yöntemleri
Öncelikle belirtmekte fayda var Amerika’da “nakit” para kullanımı yok denecek kadar az. Hatta bazı yerler nakit kabul etmediklerini açıkça belirtiyorlar. Yoğunlukla Kredi Kartı ve Debit Kartı (Banka Kartı) kullanılıyor. Alışveriş sırasında kartların, kasiyere uzatılmasına gerek yok. Her bir kasada da milyon tane değil, sadece bir tane POS cihazı var. Ödeme sırasında herkes kendi kartlarını, kendi kendilerine cihazlardan geçiriyor. Kartlar el değiştirmiyor. Kasiyerin görevi ürünleri okutmak, paketlemek ve ödeme işlemini onaylamak. Evet, paketleme işlemine de müşteri karışmasına gerek yok. 20 doların altındaki alışverişler için kart şifresinin veya imzanın kullanılmasına gerek duyulmuyor.
“Çek” kullanımı çok yaygın. Fakat Türkiye’deki gibi de değil. Türkiye’de çoğunlukla şirketler tarafından ve ileri tarihli olarak yazılan çekler, Amerika’da, nakit para gibi ve birey-şirket ayrımı olmaksızın herkes tarafından kullanılıyor.
Bir diğer ödeme/indirim yöntemi ise “Kuponlar”. Hemen her işletmede, ödeme sırasında, o işletmeye ait kuponları kullanabiliyorsunuz. Bu kuponlar da birçok yerde ücretsiz olarak elinize geçebiliyor.
Alışveriş
Ürünlerin etiket fiyatları “vergiler hariç” yazılıyor. Vergiler, ödeme sırasında ekleniyor. Bu duruma alışana kadar, kasada mini şaşkınlıklar yaşama ihtimali çok yüksek.
Bir diğer konu da, restoranlarda, garsonun masaya gelip “bu akşamki garsonunuz benim. Adım şu….” şeklinde kendini tanıtmasıdır. Ayrıca, yemeğin sonunda hesabın 10-15%’i muhakkak bahşiş olarak bırakılır.
Satın alınan ürünler, bir ay içinde, faturasını göstermek suretiyle ile sorgusuz-sualsiz, kolaylıkla iade edilebilmektedir.
Black Friday, Cyber Monday vs. gibi özel alışveriş günleri var ve bu günlerde inanılmaz indirimler yapılıyor. Adeta alışveriş çılgınlığı yaşanıyor. Herhangi özel bir gün (Yeni Yıl, Anneler, Sevgililer, Bağımsızlık günleri gibi ) öncesi ve sonrasında da güzel indirimler yapılıyor.
İstisnasız her şey alınıp-satılabilir durumda. Örneğin, son model bir arabanın çok uygun fiyatla satıldığını görmüştüm. Dikkatimi çekti, ilanın detayını inceleyince gördüm ki, aracın motoru yoktu. Şaşırdım. Aldatmaca yoktu. Motorun olmadığı ilanda belirtilmişti.
Not//Genel olarak tüm ürünlerin fiyatları yeni yılın hemen ertesinde yaklaşık %10 artmıştı.
Trafik, Karayolları, Kurallar, Akaryakıt ve Araçlar
Toplu taşıma imkanları gelişmiş olsa da, neredeyse herkesin kendi özel aracı var. Hal böyle olunca yollardaki, özellikle de otoyollardaki araç sayısı inanılmaz sayılara çıkıyor. Buna rağmen, “rush hour” saatleri hariç, trafik sıkışıklığının yaşandığından bahsetmek zor. Eyaletten eyalete yoğunluğu değişmekle birlikte, “Rush Hour” saatlerine denk gelirseniz, “geçmiş olsun”. Büyük ihtimalle şu ve benzeri düşüncelere dalacaksınız; Bu kadar geniş yolda bu trafik nasıl oluştu? Bu ne kadar uzun bir trafik sıkışıklığıdır? Ne kadar çok araç var. Bu yol nasıl açılır? vs.
Şehirlerin içinden geçen otoyollar kimi zaman 7-8 şeritli oluveriyor. Buralarda yüksek hızlarda seyredildiğini de eklemek isterim.
Uyarı-1; 7-8 şeritli yollarda daha önce araç kullanmamış biriyseniz, ilk deneyiminiz şok edici olabilir. Özellikle dikiz aynası ve yan aynaları kontrol ettiğiniz sırada arkadan gelen araçların hızı ve yoğunluğu korkunç gelebilir.
Uyarı-2; Şerit sayısı bu kadar çok olunca, otoyoldan çıkmak istediğinizde doğru ‘Exit’i bulmakta sorun yaşayabilir veya “sorun yaşamayayım, iyisi mi en sağ şeritte seyredeyim” derseniz, kendinizi istem dışı olarak otoyoldan çıkmış vaziyette bulmanız kuvvetle muhtemel.
Asfalt kaplamasının kalitesine gelince, ben daha önce ülke geneline yayılmış bu standartta bir kaplama kalitesi görmediğimi belirtmek zorundayım. Tesadüfen, bir yol çalışması sırasında asfaltın kaldırıldığını gördüm ve gözlerime inanamadım. Kabaca 2 farklı katman görünüyordu. Yeryüzü tabakasının üzerinde yaklaşık 30 cm kalınlığında “beton” bir tabaka ve onun üstünde yaklaşık 20 cm kalınlığında “asfalt” kaplama. Haliyle, Türkiye’deki yolların aksine, asfalt yüzeyde çukur görmek çok da olağan değil. İşin en inanılmaz tarafı, bu standardın her yerde tutturabilmiş olduğunu görmek oldu (Amerika’da 1 yılda yaklaşık 20.000 km yol kat ettim ve buna eyaletler arası yollar, anayollar, arayollar, okyanus kıyısı yolları, dağ ve hatta çöl yolları dahil. Asfalt kalitesinin çok da değişmediğine şahit oldum).
Trafik ışıkları konum olarak öylesine yerleştirilmiş ki, ışıklarda en önde bekleyen aracın içinde bile olsanız, rahatlıkla tüm lambaları görebiliyorsunuz. “Hangi lamba yanıyor, yeşil yandı mı vs” diye araç içinde takla atmak zorunda kalmıyorsunuz.
Herkesin trafik kurallarına riayet ettiğini rahatlıkla görüyorsunuz. Kimse birbirinin hakkına tecavüz etmiyor. “Ne olacak canım” derseniz ve kendi ülkenizdeki alışkanlıklarınızı sürdürmeye kalkarsanız, akabinde kesilecek trafik cezasından sonra aklınız başınıza gelebilir. Neden herkesin kurallara uymakta istekli olduğunu da hemen anlayı verirsiniz. Kurallar, hız limitlerine uymaktan tutun, parkometlerin doğru kullanılmasına kadar katı şekilde uygulanıyor (Özellikle otopark işi tam bir işkence. Bunu, ilk park cezasını yediğinizde çabucak fark ediyorsunuz).
Yayaların her türlü geçiş önceliği var. Bu çok katı bir kural. Karşıdan karşıya geçmek istediğinizde, özellikle Türkiye’den gelen biri olarak araçların size yol verdiğini görmeniz şaşırtıcı gelebilir.
Amerika’da geçirdiğim bir yıl süresince, “korna” kullanıldığına bir kez şahit oldum. Gerisini varın siz düşünün…
Peki ya araç ve akaryakıt durumu nedir? Öncelikle benzin fiyatı hala ucuz (3-5 yıl kadar önce çok daha ucuzmuş. Son 1 yılda %20 civarında fiyat artışı olduğuna ben şahit oldum). Dizel araçların sayısı çok az. Dizel akaryakıt fiyatı, benzinden daha yüksek. Araçların motor güçleri çok yüksek. 3000-3500 motorlar standard gibi bir şey. Karbon salınımları konusunda periyodik denetimler var. Japon arabaları, dayanıklılıkları ile ün yapmış ve Amerikan arabalarına göre daha çok tutuluyorlar. Araç ustaları iyi para kazanıyor. El-kol-kas gücü ile yapılan işlere genel olarak yüksek ücret ödeniyor. Dolayısıyla, daha az masraf çıkaran araçlar tercih ediliyor. SUV denilen iri-büyük arabaların yollardaki çokluğu dikkat çekiyor. Hem sıfır, hem de ikinci el araba fiyatları, Türkiye ile karşılaştırılamayacak kadar düşük. Fakat araç almadan önce sigorta ve otopark gibi sabit ödemeleri de mutlaka göz önünde bulundurmak gerek.
Spor
Amerika’da öne çıkan spor dalları; Baseball, American Football ve Basketball. Bu sporlar adeta çıkgınlık düzeyinde takip ediliyor. Her biri için devasa spor kompleksleri var. Müsabakalar boyunca, TV’ye yansımayan, seyirciyi eğlendirmeye ve coşturmaya yönelik gani gani aktiviteler yapılmakta. Önceleri yabancısı olduğum Baseball, Softball ve American Football’unu, oyunların kurallarını öğrendikten sonra çok zevkli bulduğumu ve sevdiğimi itiraf etmeliyim.
Not// Dünya’nın her yerinden Amerika’ya gelen bir çok insan ile tanışma fırsatı buldum ve konu açıldığında Galatasaray sözcüğünün onların ağızlarından çıktığına ve Galatasaray’ın gerçekten de uluslararası bir marka olduğuna şahit olduğumu da belirtmeden geçemeyeceğim.
Engelli İnsanların Durumu
Gündelik yaşamın, engelli insanların da yaşamlarını kolaylaştıracak şekilde düzenlendiğini rahatlıkla görebilirsiniz.
Kaldırımların dizaynı, ATM’lerdeki kulaklık girişi, trafik lambalarındaki sesli uyarılar, tüm otoparklarda engelliler için ayrılmış alanlar, TV konuşulanların anlık olarak ekranda altyazı olarak sunulması (Closed Caption) vs… saymakla bitmez. Engelli vatandaşların sistemin dışında kalmadığını, medeniyet ve toplum anlayışının başka bir boyutta olduğunu görmek hiç de zor değil (Umarım, en kısa zamanda Türkiye’de de bu ve benzeri düzenlemelerin uygulandığını görebiliriz).
Konun devamı niteliğinde daha sonra değinilebilecek konu başlıkları şunlar olabilir; Sağlık Sektörü, Yiyecek-İçecek, Hava Durumu Bildirim ve İkazları, İtfaiye Arabaları ve Yangın Tatbikatları, Soygun ve Soyguncular, Evsizler, Şehir Merkezi İşgalleri (Biz %99’uz)…